24 Mart 2015 Salı
9 Mart 2015 Pazartesi
sevm...
Sevmek, her şey için parlaktı. Sevmek, kanserin kemoterapisi gibiydi aslında; sonunun ne olacağını asla bilemediğin, hiç tatmadığın acıları içinde beslediğin ama umudunu en sonuna kadar koruduğun anlar toplamı.
Bazen ılık bir rüzgar akşamleyin, bazense kuru bir soğuk sabahları.
Takılıp düştün mü sevdiğinin saçlarına; önce güler sana sevmek sonra tutar kalbinden kaldırır usulca.
En büyük yaralarını o sarar yine; bastırarak, acıtarak.
Kızarsın ona, bağırır çağırırsın, küfür eder, küsüp gidersin. Sesini çıkarmaz sevmek, dönmeni bekler; döneceğini bilir. Dönersin de sana sadece özlemle sarılır, sarı gibi sarılır.
Sevmek, en büyük engellerin en büyük korkusu; sevmek inancın nefesiydi sıcak.
Her şeyi unutursunuz da sevmeyi asla. Değil mi?
16 Şubat 2015 Pazartesi
kork...
Magma soğumaya başlayalı ne kadar oldu? Ya da asıl soru: Soğuması ne zaman bitecek? Yaşamak için oksijen yetmiyor artık. Bir kadının bir 'adam' tarafından öldürüldüğü bir dünyada hadi hep beraber oksijenin yaşam kaynağı olduğundan bahsedelim. Yaşamanın önemini,anlamını tartışalım biraz. Ya bazıları oksijeni fazla tüketiyor gereksiz ya da bazıları fazla masum nedensiz. Apış arasındaki büyüyüp küçülen cinsel organının boyutuyla kendini yüce gören 'adamlardan' bahsediyorum. Başı kapalı 'adamlar'. Kendilerinden üstün olduğu halde bırakın kendilerine eşit tutmayı, onları obje sıfatına sokarak daha alçak gören 'adamlar'. Kadın. Önce insan. Kadınsa herşeyden üstün aslında. Şu kokuşmuş, grileşmiş dünyada, tüm güzel şeylerin kaynağı, sahibi. Şimdi düşün; bir kadını öldürdüğünü. Hatta bırak öldürmeyi, cinsel şiddet uygulamayı, bir kadına dokunduğunu düşün. Bu bile yapılmadan önce iki, üç, dört kere kafanızda oynamanız gereken bir eylem. Ve daha fazla ileri giden 'adamlar'. İyi insan ya da kötü insan değil burada mesele. Burada mesele orospu çocukluğu ve bunun farkına varamama.
Özgecan Aslan. Kadın. Önce insan. Babasının melek diye tanımladığı, annesinin 'keşke silahla öldürselerdi' diyecek kadar yorulduğu bir yer burası. Burada bir kadını öldürmenin 'bazı sebepleri olacağı' varsayılıyor. Burada bir kadın bir 'adam' etmiyor. Aylarca içinde yaşadığınız kadın, içinden çıkınca birden korkuluk oluveriyor sonra. Kadın. Herşeyin üstünde. Neşet babanın dediği gibi: ''Kadın insandır/ Biz insanoğlu''. Özgecan bizi affedebilir misin?
12 Şubat 2015 Perşembe
görd...
Saçların, fırtınalı havada iptal olan vapur seferi.
Gülüşün; kar tatili; beyaz, yaz tatili; sarı.
Ellerine uzanmak, gözlerine dokunma hayalimden küçük bir olasılık, sessiz kalma durumumdan büyük bir olasılık.
Senin olanı senden istemek, ürkütücü.
Anlatmak, kaldım ben o sınavdan ama 'Git Kültürü ve Vazgeç Bilgisi' dersim 5.
Konuşman, en çok isteyeceklerimden, yaz akşamüstülerine yağan yağmur; ıslatmayan.
Gözlerin, çokca martının içindeki karabatak sanki, aya ilk ayak basan adamın heyecanı, Everest'e ilk çıkan adamın sevinci, ilk insanın cesareti, ikinci insanın güzelliği.
Dudakların, başlangıcı dünyanın, marstaki hayat belirtisi, simitçinin sabahı, işçinin akşamı.
Birinci oldun 110 metre engelli koşusunda, tebrik ederim.
Ben çıkışı hatalı yaptım, diskalifiye oldum. Öyleymiş.
11 Şubat 2015 Çarşamba
10 Şubat 2015 Salı
bekl...
Renkli sakız makinelerini bilir misiniz? Hani bu 25 kuruşla çalışan,
her rengin bir anlamı olduğu makine. Her şeye anlam yüklemeleri yetmiyormuş gibi renkli yuvarlak sakızlar da nasibini almış işte. Çok severim ben o sakızları. Küçükken ilk gördüğümde içinden bir tane sakız alabilmek için anneme söylediğim benim için küçük sakızlar için büyük yalanlar duruyor hala ceplerimde. Yeni gördüğü bir şeye heyecanla başlayan her çocuk gibiydim ben de. Para atılır önce ve 'çıkırt çıkırt' seslerinin ardından gelen yeşil sakız. Anlamı 'para' demek yeşil olanların. Makinenin önünde kımıldamadan uzun süre bekledim. Bir yandan sakızı çiğnemeye çalışıyor bir yandan öylece duruyordum. Düşünceli. Sonra elimi cebime attım aldığım sakızın hediyesini bekler bir halde. Makinenin öngördüğü para cebimde yoktu. İlk hayal kırıklıklarından. Yürüdüm gittim. Gittim ama hala inanıyordum. İnanmak o zamanlar en güzel yaptıklarımızdandı. Çocuk aklı işte. Nasıl çalıştığını tam anlayamadılar. Turuncu olan başarı, mavi mutluluk, yeşil para,beyaz sağlık, kırmızı aşk. Ben bunları 'Renkli Sakızlar' inanışına göre söylüyorum. Hepsi de çıktı bana. Tabi ben yüzlerce kere kullandığım için makineyi olasılıkları biraz artırdım galiba. Gerçi renklerin vadettiği topraklara giremedim ama zaten 'Renkli Sakızlar' inanışı en son hangi rengi bulduysanız size gelecek odur der. Bana rengi aşk olandan çıktı. Anlamı 'kırmızı' demek. Bekliyorum. Çok zaman oldu ve hala bekliyorum ben de. Biliyorum benimki biraz çocukca, evet, ama öyle de masum, öyle de heyecanlı işte. Beni sorarsa yaşıyor der misin?
9 Şubat 2015 Pazartesi
kimi...
Şu a.ına koduğumunun dünyasında hiçbir işimiz rast gitmez mi diye sormayın. Cevap vermiyorlar. Siz, elindeki naylon poşetlere kusan, metal telefonlarında salak oyunlar oynayan ve gözlerine bakabilecek karşı cins arayan içi boş insanlarla aynı otobüstesiniz sadece. Kimsenin inmediği bir durakta inmeli ve kimsenin gelmediği bir yere gitmeli..
8 Şubat 2015 Pazar
sevi...
Yarım kalmışlarız biz. Yarım yapanlardan hani. Her işe tutkuyla başlayıp büyük hayal kırıklıklarıyla yatağa girenlerden. Hiçbir canlının sahip olamayacağı bir heves bizimkisi ama bütün ölülerin sahip olabileceği kadar sabit. Karar vermekten korkarız kararsız kalmaktan da. Ve o arada sıkışmadan yaşamaya çalışıyoruz ya da ölmeye. Birilerimiz müzik yapar içinde yanlış notaların olduğu. Birilerimiz görünmeyeni film yapar içinde eksik parçaların olduğu. Birilerimiz yazılar yazar içinde duygu hatalarının olduğu. Birilerimiz sabahı görmeye çalışır içinde geçmemiş anıların olduğu. Ama ne biliyor musunuz? Kargaların bile soğuktan donduğu gecelerde, nefes almaya çalışırız biz içinde en çok sevginin olduğu. Yarım mı doğduk yaptıklarımıza yoksa bütünüyle herşey mi yarım? En sarı hayallerimizin karşısına dikilen kalp kırıntıları ya da beyin parçaları. Arkamızın karanlığı önümüzün beyazını griye çevirir biraz ama en iyi ne yaparız biz bilir misiniz? Severiz. Öylece severiz işte. Hani derler 'Tüm kalbimle seviyorum'. bizim sevgimiz iç organlarımıza sıçramış sanki. Evet, en zor olanlardan ama en büyüklerinden. En az yarım yaptığımız, en fazla iyi yaptığımız, en az tuttuğumuz elinden, en çok koruduğumuz herkesten. Öylece severiz işte.
4 Şubat 2015 Çarşamba
yaln...
Farklılık yaratmaya çalışırken sıradanlık kuyruğana giren insanlar. Uzun, upuzun kuyruklar. Ben mi? Ben yalnızlıktan korkarım biraz ve sevemedim kalabalıkları. Hayatım, bu çelişkinin içinde sıkışan bir karanlık. Ayakkabınız serçe parmağınızı nasıl sıkıyorsa öyle. Nasıl vuruyorsa arkası topuklarınıza öyle işte. Güneş gözlüğü gibi biraz da. Beynimdeki filler bile kaçmaz oldu farelerden. Ve yalnızlık alabildiğine derin ve soğuk bu kalabalıklarda. Bir denizin kıyısı var bir de güneşin. Bir de deniz gözlüğü var biliyorum. Ama bilmiyorum yalnızken huzurlu mu oluyorum yoksa kalabalıklar arasında mutsuz mu? Belki de huzursuz kalabalıklar arasında mutlu yalnızlıktır benimki. Ya da sadece mutlu olduğunu sanan kalabalıkların üstüme tükürdüğü huzursuzluk ve yalnızlık. Huzursuz ve yalnız. O ise bana 'Korkma' der gibiydi. 'Olabileceğin en kötü durum bu olacak yine'. İnanmayın. Şimdi mi? Şimdi siyah dandik oyun hamurları gibiyim ve cüceler bile sevmiyor artık beni..
3 Şubat 2015 Salı
nası...
Neden hep vazgeçilmez olanı bulur insan,
yoksa bulduğumuz mu vazgeçilmezdir artık.
Gözleriyle öpüştüğünüz hiç bir kadında olmazken
neden onun yanında dizleriniz ağlar, kalbiniz bağırır?
Gözleri gözlerinize düştüğünde eğer elleri de
ellerinize düşer mi?
Ne yapmalı ?
Hiç tanımadığınız bu varlığın nasıl olur da
gülüşüne ihtiyaç duyarsınız?
Nasıl olur da sesi yaşamsal bir ihtiyaca döner ?
Nasıl olur da damarlarınızda akan şeyin kan değil de
o olduğuna inanırsınız nasıl olur da
beyninizin tüm kıvrımlarının arasına sızar yavaş ve gürültülü?
Aşkın hep en acı yanına denk geldik biz.
Umutsuzlık ya da mutsuzluk mu ?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)